30 Kasım 2013 Cumartesi

BAKIRCILAR - Erzincan


Valilik binasının önünde bir anıt var. Bayağı bir heybetli. En yukarıda İsmet Paşa, Paşaya sarılmış bir köylü kadın ve bir çocuk. Muhtemelen 38 depremi anısına dikilmiş. Aşağı bölümde bir kadın, iki erkek var. Yorumlayamadım. Bilmemekle biraz ayıp olduğunun farkındayım. Erzincan’dan özür diliyorum. 


Anıtın bulunduğu alanla Saat Kulesini ve okulların bulunduğu meydanı Ordu (Trabzon) Caddesi kesiyor. Saat Kulesi yeni yapılmış. Valilik tarafından bakıldığında, meydanın sol tarafında okullar, sağ tarafta çay bahçeleri var. Çay bahçeleri parklarla birleşiyor. 
Meydanın sonunu resmi bir bina kesiyor. Binada Kültür Müdürlüğü falan var.Binanın ortasında küçük bahçe müzesi var. Gezmek istedik, kapalı. Bir görevli “Bir şey yok, şu camdan gördüğünüz taşlar falan” diye önümüzü kesti. “Olsun” dedik, “Kapıyı açın, gezelim”. Aldığımız yanıt şaşırtıcı; “Gidin müdür beyden izin alın”. Ve tanıtım… Ve turizm… 

Erzincan’a gelmişken bakırlara bakalım istedik. Erzincan’ın “tulum peyniri” ve “bakırı”… Erzincan’ın merkezi konumundaki, Halit Paşa ve Ordu caddelerinin kesişme noktalarındaki meydanın altı tamamen çarşı. AVM gibi yapılmış, biraz bakımsız, havalandırması yok. 

Çarşıda bakır kapkacak ve benzerleri satılıyor. Bir bölümünde de gelinlikçiler yer almış. Tavandan cam kubbeyle aydınlatılmış. Ortada kafe var. Kafeye dışardan gelenler olduğunu sanmıyorum, esnafın çay ocağı gibi.Temiz, yine de bir eskimişlik var. İyi düşünülmüş, işletmesi yavan kalmış.

Bakırcı esnafı alış veriş etmeyenlere pek ilgi göstermiyor. Vitrine bakarken de buyurun falan da demiyorlar. Alıcıları hemen tanıyorlar. Bir esnafın acık ilgisinden cesaretlenerek bakır atölyelerinin nerede olduğunu sordum. “Onlar sanayide, oraları bulamazsınız”.



Çarşıda satılan bakırların fabrikasyon olduğu hemen belli oluyor. Satıcı ağzından kaçırdı, çoğu Kayseri’den Maraş’tan geliyormuş. Nerde Erzincan’ımızın nam salmış o meşhur bakırları? Erzincan dönüşünde yakınlarımıza, dostlarımıza bakırlar alacaktık.  Erzincan’dan bakır ve tulum peyniri alınır. Maalesef…
 
(devam edecek)

iletişim : kemaliyenotlari@gmail.com

(Fotoğrafların üzerlerine (sol çift) tıklayarak büyütebilirsiniz.)

 












25 Kasım 2013 Pazartesi

ERGAN DAĞI - Erzincan

 
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
Şair bu dizeleri yazdığında ne gibi duygular içindeydi? Bilemiyoruz! Neden Erzincan? Erzincan’a gelmişliği var mıydı? Acaba…

Şair haklıydı. Erzincan’ın dağları gerçekten karlı. Ekim’in ortası, kar zirvelerden eteklere aşağı inmiş. Görüntü tablo gibi… Doyumsuz…
Erzincan il merkezi geniş bir düzlüğe yayılmış. Çevresi dağlık. Güney yükseltileri Ergan Dağı. Kar Ergan’ı süslemiş, doruklar taç giymiş. Orada bir de Ergan Kayak Merkezi var. 
 
 Ahhh Ferhat ahhh… Araba kiralamamı engelledin, Kemaliye’ye dönüş saatimiz de yaklaşıyor. Hiçbir yere kımıldayamıyoruz. Minibüsle kayak merkezinin yakınındaki köye gidecekmişiz, oradan bir taksiyle yukarı çıkacakmışız. Gidiş-dönüş saatler ister. Çıkmışken yemek, çay… Bu da bir zaman. Hayıflandık doğrusu. Uzaktan seyretmekle yetindik.
 
Liseli bir genç bize saatlerce rehberlik etti, adını öğrenemedik. 
Hani, “Köprü” dizisinden tanıyoruz ya… 
“Genç, vilayet nerede?”
“Burası, şimdi Erzincan’dasınız!”
“Öyle değil. Valinin oturduğu yer?”
“Evini bilmiyorum!”
“Evladım, Valilik nerede?”
“Haaa, Valilik? Şurda, yukarda.”
Karşılıklı kahkahalarla gülüyoruz. Genç haklı, binada “T.C. Erzincan Valiliği” yazıyor.

Erzincan’ın en ferah, en düzgün, en yeşillikli, en şehirci yeri Erzincan Valilik binasının civarı. Pırıl pırıl tertemiz. 
Şaşırdık! Valilik binası “Köprü” dizisindeki Erzincan Valilik binasına benzemiyor. Tabi şunu biliyoruz, dizinin çekimleri Eskişehir Odunpazarı’nda yapılmıştı.

Erzincan kritik bölge. Valilik binasında koruma görmedim. Önünde gezindik, fotoğraf çektik, müdahale edilmedi. Buradan Erzincan halkının güvenilir, memleketini yurdunu seviyor anlamı çıkıyor. Bina ne kadar eski, bilemiyorum. Erzincan’a yakışmış.
 
Şiir : Ahmet Muhip Dranas
 
(devam edecek)

iletişim : kemaliyenotlari@gmail.com

(Fotoğrafların üzerlerine (sol çift) tıklayarak büyütebilirsiniz.)

 

20 Kasım 2013 Çarşamba

BÜYÜK BULUŞMA


Anlatıldı, duyduk, adeta yaşadık…
Bazılarımız ilk kez göreceğiz memleketimizi…
Kemaliye, Bahçe Mahallesi…

Taş Başı, Koçan Şelalesi, Molla Mustafa, Kor Çeşme, Bahçe Gabanı, Esmer, Bahçe Deresi, Değirmen, Sali Baba, Makkuf, Öğle Kayası, Çohmarın Suyu, Mazman, Sarıçiçek Yaylası, Abdi Kayası, Bahçe İlkokulu, Bahçe Camii…

Eğin Çarşısı, Kadıgölü, Peğir, Apçağa, Zincirli Kaya, Şirket Binası, Taşdibi Camii, Orta Camii… Onca tarihi konaklar… Yüzme Havuzu…

Karanlık Kanyon, Munzur, Taş Yolu, Şirzi Köprüsü, Ecevit Köprüsü, Dutbeli…

Divriği Ulu Camii…

Kemah Boğazı, Erzincan…

Arapgir, Keban, Elazığ, Harput… Munzur Suyu…

Ve Fırat…

 

15 Haziran 2014 Pazar, sabah kahvaltısında Taş Başı’nda hep beraberiz…

 

 

 

18 Kasım 2013 Pazartesi

ERZİNCAN’IN ŞELALESİ



Şoförümüz Ferhat “Erzincan’da kiralık araba alma, yol iz bilmezsin, zorlanırsın” dedi. Doğru… Erzincan’da gideceğimiz her yere minibüs çalışıyormuş, rahatça gideriz. Oysa, kiralık arabayı da ayarlamıştım, vazgeçtim.


Gideceğimiz ilk yer şu meşhur şelale, Girlevik Şelalesi. Ferhat bizi bineceğimiz minibüslerin tam önünde bıraktı. Semtin ve caddenin adı 13 Şubat. Sanki, Erzincan’da her yer 13 Şubat. Soruyorum, 13 Şubat nedir? Bilen yok… Sonradan, 13 Şubat’ın Erzincan’ın kurtuluş tarihi olduğunu öğrendim.

 

Fazla beklemeden Çağlayan minibüsü geldi. “Yol uzak mı?” “Otuz Otuzbeş dakika çeker.” 26 km mesafedeymiş. Birkaç kişiyle kalktık, yol boyu doldu boşaldı minibüs. Şu köy yolunda binenler, o köy yolunda iniyorlar. Minibüs şoförü “Çağlayan abi”. “Eeee… Şelale nerde?” Çağlayan kasabanın adıymış, biz şelaleye çıkacakmışız! Anlayacağınız Çağlayan başka, Şelale başka.


Birkaç gün önce Erzincan’da gezilecek yerleri sorduk; Şelale, ekşi su dediler. Minibüste buna bir de Ergan Kayak Merkezi eklendi. Erzincan’da ekşi suyu aklımızdan çıkardılar. “Hiçbir şey yok, kupkuru, ekşi su akıyordu, şimdi o da yok. Ekşi suya ilkbaharda gidin”.




Ve anlatıla anlatıla bitirilemeyen şelaleye vardık. Minibüsten indik bir kır lokantası avlusuna girdik. Şelale sanki lokantaya ait gibi. Sonra lokantanın çitlerini gördük. Şelale 40 metre kadar yüksekten, kayalıklardan çağıldıyor. Şelalenin suyu Mercan Deresi’nden geliyor. Su biraz cılız. Çağlayan Beldesi’yle Şelale arasında lojmanlar geçtik. Lojmanlar, 11.6 MG gücünde  Girvelik II HES’e (Hidroelektrik Elektrik Santrali) aitmiş.




Mercan Deresi’nin suyu yaz sonu olduğu için azalmış.  Zaten, suyun büyük bölümü Girvelik II HES’e veriliyormuş. Bütün bu etkenler şelalenin suyunu azaltıyor. Rağmen şelale tek kelimeyle çok güzel. İyi bir düzenleme, temizlik istiyor. Bir de kır lokantasının sınırlarını daraltmak, salaş görüntüsünü düzeltmek gerekiyor.



Ekim sonuna yaklaşmamıza rağmen sıcaklar bunaltıyor. Şelalenin serinliği iyi geldi. Kır lokantasının bahçesine oturduk. “Şelale Aile Restaurantı” temiz, servisi iyi. Kapalı kısmı çok şık. Tuvaletler de temiz. Şelaleden gelen dere kır lokantasının bahçesinden geçiyor. Bahçeye hoş bir görüntü veriyor, serinletiyor. Oldukça dinlendirici, saatlerce oturabiliriz.



Mutfaklarını gizlemiyorlar. Izgarayı ayrı mutfağa almışlar.
“Eeee… Tavuklarınızı övüyorlar, Şelale tavuğunun lezzeti başkaymış,  sırrı nedir usta?”
“Bilmem!”
“Bu tavukları nerde, nasıl besliyorsunuz?”
“Bizim tavuklarımız CP ve Şen Tavuk, hazır geliyor. Bu soğutucuda saklıyoruz abi…”
“Peki, nasıl sosluyorsunuz?”

“Bildiğin kutu sütüne buluyoruz, tuzluyoruz, bu ocakta pişiriyoruz.”
Ustamız çok mütevazi. Başkaları gibi bizim çiftliğin tavukları falan demiyor. Sosunu da gizlemiyor.
Mevsim nedeniyle pek müşteri yok. Bir aile kahvaltı ediyor. Şef nazikçe isteklerimizi soruyor. “Tavuk, bir porsiyon. Balığınızı da övdüler, bir tane de Alabalık. Ortaya duble bir salata lütfen”.  Izgara olduğu için bekleyeceğiz. Bu güzelim doğa ortamı beklemeyi kolaylaştırdı.


Tavuğun porsiyonu 3 kişilik gibi… Harika… Çoban salata yiyeceklerimize müthiş lezzetiyle eşlik ediyor. Tavuğu bitirme çabasındayız, bir daha böyle lezzetli tavuk nerede buluruz. Bence, tavuk ızgarada lezzetleniyor, damaklarımız şenlendi… Ustalık pişirmede… Balık için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Balık ızgara yerine, tereyağıyla kiremit üstünde, fırında pişirilmeliydi. Alabalığa yazık olmuş. Ağzımızın tadını bozmamak için, balığın tadına baktık, aynen bıraktık.


Telefonumuz avaz avaz, sessizliği yırtıyor. Kemaliyeli bir hemşerimiz Erzincan’da vefat etmiş. Haber veriyorlar. Hesabı istiyoruz, bir acele kalkıyoruz. Kır lokantasının fiyatları makul. Şef minibüsü bekletiyor, yetişiyoruz.


“Kızılay Camii’ne gideceğiz, yakın bir yerde bizi bırakır mısınız?” Erzincan’ın merkezi sayılan dörtyolda inecekmişiz. Cami hemen ordaymış, çok yakınmış. “Bak şu ilerde gördüğün sarı binanın yanında okul var, okulu geçince cami…”

(devam edecek)

iletişim : kemaliyenotlari@gmail.com

(Fotoğrafların üzerlerine (sol çift) tıklayarak büyütebilirsiniz.)

 

















8 Kasım 2013 Cuma

ERZİNCAN’A YOL GİDER


Soruyorlar “nerelisin”? Genelde “Eğinliyim veya Kemaliyeliyim” diyorum. Bilmeyenler vilayetimi soruyor, “Erzincan” diyorum. Oysa, Erzincanı hiç görmedim. Biraz ayıp oluyordu. Kemaliye’ye gelmişken, hadi dedik Erzincan’a gidelim.


Erzincan minibüsü Kemaliye’den sabah 6 ‘da çıkıyor. Minibüs aslında “posta” aracıymış. Erzincan’a giderken İliç’e, Kemah’a uğrayacakmışız. Şanslıyız.
Tarih 22 Ekim 2013 Salı.
Aracımız Ford marka, çok yeni. Önde oturuyoruz. Ön koltuk bana göre dar. Şoförümüz dünya tatlısı,  Ferhat Boynik. Bu gencin kitabında “yok” yazmıyor. Herkesi tanıyor, herkesin gönlünü hoş tutuyor ve çok seviliyor. 


İliç’in yükseltilerinde gün iyice ağardı. Buralarda yüksek dağlar, güneşin yüzünü göstermesini engelliyor.


İliç henüz uyanmamış. Yoksa, biz mi çok erken geldik? Aracımız posta, ilginç, Amerikan western  filmleri gibi… Posta arabasıyla seyahat ediyoruz. Posta uzun sürdü, belki yarım saat…
Salihli’den aldığımız yolcular indiler. Başsağlığına gelmişler. Akşam bizimle döneceklermiş.


İliç artık sıradan bir Anadolu şehri değil. Madenciler sabah erken vardiyaya gidiyorlar. Reflektör yelekli bir dolu işçi İliç sokaklarında “altın maden ocağına” yürüyorlar.


İşçiler pastaneleri doldurdular, kahvaltıdalar.  Sokaklarda kimseler kalmadı.


Güneş İliç’in yamaç mahallelerini aydınlatıyor. Birkaç yıkık-dökük yapının dışında, İliç’te eskinin hiçbir izi görünmüyor. Bu şehri daha önce görmemiştik, bu haliyle hayal kırıklığına uğradık.


İliç’in ardı ölüm saçan altın madeni, önü Fırat’a gem vuracak Bağıştaş-I  HES… İliç’e daha önce yapılmış 2 tribünlü 5.600 KWh kapasiteli Ağıldere HES’i var.


Kuruçay-Refahiye, Kemah-Erzincan yol ayırımındayız. İstanbul’dan  Kemaliye’ye ulaşımda en kısa yol, Dere Yolu…
Tam bu noktadan Refahiye’ye kadar yol bozuk.


Yalnız yollara vurduk kendimizi. Şu arabadan başka, Kemah’a kadar başka araba görmeyeceğiz.


Arazi olağanüstü erozyona uğramış. Bilir misiniz, yurdumuz bir yılda erozyonla Kıbrıs kadar toprak kaybediyor.


Yol boyu bir çok köy ve mezra geçtik. Sonbahar, her yer sararmış.  İkbaharda bu dağlar yeşillenir, tablo gibi olur.


Kemaliye’de Munzur’a yağan kar birkaç günde eridi. Kemah’a yaklaşırken karlı dağlar göründü.


“Kemah Tuzu”nun elde edildiği “Tuzla”. Bir derenin suyu kesiliyor ve bu tuzlaya alınıyor. Buharlaşmanın sonunda dipte tuz çökeltileri kalıyor. Dere muhtemelen “Tuz Kayaçlarını” eriterek tuzu taşıyor.





Fotoğrafların tümü hareket halindeki minibüsümüzün ön camından çekildi. Kimi karelerde çıkan kenar karartıları veya yazılar minibüse ait.
Fotoğraflar havanın çok puslu olması nedeniyle flu çıktı. Şanssızlığımız işte…  
 
  
Kemah… Sisli, dumanlı sonbahar sabahına uyanıyor.
 
 


Tarihte Kemah Boğazı… Türküde Kemah Boğazı… Efsanelerde Kemah Boğazı…

Fırat’ın karşı geçesinde, Kemah’ın tam karşısında… Nazlı, mağrur, gururlu… Türkün anlı, şanlı bayrağı...
 
Erzincan-Kemah karayolu, Kemah’a girmeden önce Fırat’ın üstündeki köprüden geçiyor.
Fotoğraf İliç’i bağlayan köprüden çekildi. Köprüden sağa, Kemah…
 
 


Sultan Melik Sosyal Tesisleri... Kemah Belediye’sini kutlamamak elde değil. Ferah, temiz, bakımlı…


Bu kavşaktan da Refahiye’ye gidiliyormuş. İliç-Refahiye yolundan daha bakımlıymış.


Kemaliye ve İliç’ten gelen karayolu, Fırat’ın üstündeki köprüyle Kemah-Erzincan karayoluna kavuşuyor.
 


Kemaliye-İliç          40 km
İliç-Kemah            66 km
Kemah-Erzincan      53 km
Kemaliye-Erzincan  159 km





Acemoğlu Boğazı, Acemoğlu Şehitliği, Acemoğlu Köprüsü…


Bu yol Erzincan’a kadar uzayıp gidiyor.

 
iletişim : kemaliyenotlari@gmail.com

(Fotoğrafların üzerlerine (sol çift) tıklayarak büyütebilirsiniz.)